| | Mitglied werden | | | Hilfe | | | Login | ||||||||
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum |
Hilfe | Kalender | Heutige Beiträge | Suchen |
|
Themen-Optionen | Thema durchsuchen |
#1
|
|||
|
|||
Güzel yazilar - - Bir yaz sonu gibidir aşk.- -
Yaz sıcaktır,gelir,sıcaktan şikayet edilir…
Aşk sıcaktır, gelir,sevgiliden şikayet edilir; sevgili, ılık gelmişken sıcak olur. Kaplar,kapsar. Seni sen olduğun için sevmiştir. Ama bir gün sen fazla gelirsin. Seni değiştirmek ister. Sana olduğundan farklı bir yol çizer. Daralırsın. Gitsin istersin. Yaz bitsin istersin… Yaz sıcaktır,gelir,sıcak fazla gelir. Denize, duşa girersin; tatile gidersin. Aşk sıcaktır. Bunaltır. Tatile gidemezsin. Her aşkta bir parça ayrılık gereklidir, tatile gidilmelidir. Anlatamazsın.Bir yalan birkaç gün kaçarsın ancak. Ama bu kaçamak ağır suçtur. Yakalanır, affedilirsin. Bu af aslında sana cezadır.Bilirsin ama çaresiz kabul edersin. Ne terk edersin ne de edilirsin. Son bakış hüzünlü gelir. O bekler senden sen de ondan. Gidemez, gidemezsin. Bitiremez, bitiremezsin. Bir yaz sonu gibidir aşk. Yaz biter, son bahar gelir. Sevinirsin. Günler sıcak değildir. Terlemezsin. Yalnız kalmışsındır. “Mutlu özgürlük”. Giden gitmiş kalan sağ ise sensin. Son bahar bitmesin dersin. Sarı, kuru yaprakları ezerek yürür gidersin. Güzel gelir serin günler. Özlediğin pikeni örtersin. Duş, deniz, tatil derdin yoktur. Zaten içindesin. Sevgilin gitmiştir. özlemezsin. Zaten suçludur. Seni bu hale getirmiştir. Sen sen olmaktan çıkarken o da ilk hayatına geldiği gibi değildir. Oysa ilk başlarda ne güzeldir. Sonra ne olmuştur. Ve şimdi kim bilir kiminle nerededir. Kış gelir. Bir yaz sonu gibidir aşk. Bir anda özlenir. Pike gider yorgan gelir. Soğuktur.Kanın donar.Battaniye eklenir.Ah yaz nerede denir. Oysa daha çok vardır yaza ve zor beklenir. Sevgilini görürsün birisiyle. Emin olamazsın, ‘o muydu’ diye. Hani iyi ki giden ve kurtulduğun o. Evet evet o! Soğuktur. Yaz özlenir. Sıcak olsa da bir daha şikayet etmeyeceğim asla dersin. Yaz geri gelmez. Yaz gelse de yaz o eski yaz değildir. Bir yaz sonu gibidir aşk. Yaz biter, yaz gelir. Giden aşk her zaman bir yaz sonu gibi kalır. Hep kıştır. Hep kıştır. Hep kı He H |
#2
|
|||
|
|||
belki zaman hızla geçer,
belki hayatın çok değişir, belki sen çok değişirsin, belki hiç bir şey eskisi gibi olmaz, hatta belki hafızan bile başkalaşır, normalde her şeyi hatırlayan sen birden "unutur" olursun, belki kesip atarsın hayatından benim kapladığım kuytu köşeyi, ama belki bir gün bir şarkı duyarsın uzaklardan, belki özlemlerden bahsediyordur bitik sesli genç adam, ve kim bilir belki o şarkı fonda, sen bizi özlersin... belki sen de değişmişsindir; belki uyanır uyanmaz günaydın demiyorsundur artık -yeni- sevgiline... günaydın öpücüğü yabancı geliyordur... belki bir zamanlar bir an önce geri dönmek istediğin evin artık yabancıdır, adımların başka sokaklara götürüyordur belki seni... belki yolunu değiştiriyorsundur anılardan kaçmak için, kurak şehrin havası bile ağır gelmiştir belki... belki yağmurun altında yürümek garip gelmeye başlamıştır artık, şimşekler artık delice korkutuyordur seni... belki perdeyi aralayıp sokağı gözlüyorsundur geceleri, aynı evi paylaştığın insan ölesiye yabancıdır sana... belki artık konuşmayan sessiz bir kadın olmuşsundur, telefonunu sesini kapatıp uzak köşeye atıyorsundur belki... belki okuduğun romanlar sabun köpüğüdür, filmlerdeki kahramanlarımızdan kaçıyorsundur belki... belki sessizce fısıldadıklarım hala yankılanıyordur kulaklarında, oysa sen yalnızlığını örtünüp kaçmaya çalışıyorsundur belki... belki insanların yargılarla dolu dünyasından kaçma ateşiyle tutuşuyorsundur, hiç konuşmadan saatlerce yanında durabileceğin, huzur alabileceğin kimse yoktur belki... belki her duyduğun ayak sesinde "o" canlanıyordur gözünde, "hiç gelmeyen" aslında "hep beklenen"dir belki... ve uzaklardan bir şarkı duyarsın bir gün, üzerini örttüğün, unuttuğunu zannettiğin anıların canlanır, çoktan geride bıraktığını umduğun her şeyin taptaze seninle yaşadığını fark edersin... bir şarkı duyarsın o gece, ve o gün, belki bir gün özlersin... |
#3
|
|||
|
|||
ama benim ciğerim yanar
Derinden yaralanmış yürekler adına,sözlerin tükendiği anlamsız bir hayat sürmekte aslında... Ne vefadan bir tebessüm.nede yürekten bir sevda Günler okadar anlamsızki artık ve yapılan hatalar okadar çokki; aglasam duyulmayacak,sanki anlatsam dinlenmeyecek yada ''boşver buda gecer''gibi sözlerle geciştirilecek.Bir gercek varki yürek yandığıyla kalıyor... Gidenler geri dönecekmiş gibi gözüksede artık gitmiş yaşanacakları ve olacakları göze almış demektir.İnsan sevildiğini bildiği zaman mutlu olurmuş terkedildiğinde ise küskünlüğü acıyı en derininden hissedermiş... Bu yüzdendir belki bazen hayatı sil baştan yaşamak Ama bir şey değişmiyor,ne kadarda olsa benim ciğerim yanıyor... ten oyalanır can kanar Yüreğin kabullenmediğini bazen akıl kabullenir,bir anlık düşüncelerle boşluğa düşüverir insan,tutunacak bir dal arar kendine buda sevdadır.''iki güzel söze''kapılır insan hataları görmez... Hasrettir çünkü özlem doludur duyduklarına ve tutulur biranda yürek kabullenmeye kabullenmeye,akla göre uygundur ama yürek istemez. Halbuki sevgi bir emektir.Bir anlık zaman zarfında sevda olmaz sadece bedenin ve aklın seni aldattığı bir anlık hevestir.Daha sonramı!! Daha sonrası acı,sitem,gözyaşı ve vicdan sancısıdır... Her acı sözün ardından biraz daha kacar insan sevmekten boşluğa düşmemekten sonra aklını yüreğiyle yenmeye çalışır. Aslında insan bir defa sever ve sevdiğini yüreği kabullenir... iki gözüm iki çeşme Gitmeler o kadar acıdırki; kolay kolay kaldırılamaz. Bir zaman sonra taşıverir insan. Bardaktan boşanırcasına yağmur misali süzülür yaşlar... Aslında o yaşlar yürekte birikmiş derin bir acının buğusudur. Ağladıkça ferahlar insan,alışmaya çalışır zaman der vuslat der umut der... Şimdilerde olanlara alışıyorum,iki gözüm iki çeşme ağlıyorum doya doya kimseler görmeden ve kimseler bilmeden... haberin yok içerime içerime akar Tüm birikmişlerimi akıttım hayata,susmam gerektiği yerde sustum... Ama ya yüreğim okadar doluki anlatacak söz bulunamıyor. Bir okyanusun orta yerinde taşasım var.Öyle bağırmak istiyorumki YETER!!! Tüm dönülen sözlere,gelecegi bilmeden konuşanlara ölürüm deyişlere sonsuzsun ''sensiz yapamam''gibi dillenmelere öyle sitemkarımki.Vazgecişlere terkedilişlere ELVEDA sözcüğüne artık okadar kızgınımki.. Savaşmadan korkakca malubiyetlere hiç gerek yokken cekilen acılara öyle yaşlıyımki haberin yok... Artık herşeyi bilirmişim.Dostlarımı satarmışım.Sevdamı yakarmışım.. Haberim yok... http://www.youtube.com/watch?v=8xcGK...eature=related |
#4
|
|||
|
|||
Hiç sevmedim kimseyi senin kadar....
Yüreğim yanmadı hiç bu kadar..." Bir el bazen neleri ayakta tutabiliyor hiç düşündünüz mü ve neleri yıkabiliyor tek başına ? Bir eli tutmak bir insanı hayata bağlamakla eş değerde olabiliyorsa eğer bunun adı ''AŞK'tır. Böyle bir eli tutmak hayatı bulmaktır belki de... Hiç sevmedim seni sevdiğim kadar dersin birine ve sonra onun arkasına dönüp gitmesini izlemek ne zordur. Bir eliyle hayata bağlamak bir eliyle o verdiği hayatı geri almak gibi... Bazen mecburu ayrılıklar mecburi acılar yaratır. Bile bile kapıyı aralık bırakırsın ve tüm yalnızlığın ve hüznün içeri dolmasına izin verirsin. Buna rağmen aklının bir köşesinde sonsuzluk vardır Bitmedik , bitemez , bitmeyecek... Bir ömrü bir aşka adamaktır bu belki ve elbette yürek ister ayrıysan. Dönüş yolları geçilemeyecek kadar darsa bile bir umut koyup sol yanına beklersin hayatının ışığının o derin karanlıktan gelmesini. Zaman geçtikçe göremez olursun hiçbir şeyi gözlerinin buğusundan ve kalbinin karanlığından... Beklemek zordur eğer beklenen kalbinden çok uzakta ise... Çok yalnızım, seninle bir yarım... Eğer elindeyse ne olur çal kapımı, Eğer yüreğindeysem ne olur sil göz yaşımı.. Bir hayatı kaybetmek bir elin sıcaklığını kaybetmekle eş değerse işte bu ''AŞK''tır. Böyle bir eli kaybetmek ölmeden ölmektir. Ruhunu o sıcaklığa terk edersin o el senden uzaklaşırken. Ruhsuz bir beden ölmekten beterdir... Ne kadar umut edersen et korkular rahat bırakmaz aklını ve umudunu köreltir sonsuz telaşların o bekleyişte. İsyanın yükselir bastıramazsın çektiğin yalnızlığın en acımasız yanı canını yakmaya başlayınca. Tanrıya yalvarırsın son bir şans diye gerçekleşmeyeceğini bildiğin halde. Umudun ve benliğin avuçlarının arasından akıp gider. Ruhsuz, umutsuz ve benliksiz kalırsın bir başına. Zaman acımasızlaşır ağladıkça.. Gel... Korkuyorum... Nefes alamıyorum. Eğer hala dudaklarında ismim varsa gel... Sıcaklığın olmadan tutunamıyorum Hatanın üstüne hata ekleyerek yaşıyoruz. Bile bile kaçırdık belki de o treni. Beklemek için çok geç , vazgeçmek içinse çok erken. Bir ömre bedelse bile geç kalınmış bir mutluluktan vazgeçmiyorum. Verilen sözler unutulmamalı, ben unutmadım... Eğer elindeyse ne olur çal kapımı, Eğer yüreğindeysem ne olur sil gözyaşımı.. http://www.youtube.com/watch?v=SxKBvlE1VLs |
#5
|
|||
|
|||
Yargısız bir infaza hüküm giydi aşk ve hükmünü yitirdi; ayrılığın darağacında idama mahkum oldu.
… "Rüzgarlar, ağaçlar, gökyüzü ve yeryüzü ve şu umman, yıldızlar, şu asuman; hep var oldukça ve ben, burada oldukça, sen de olacaksın. Bedeli bu muydu sevmenin? Korkulara yenilir miydi savaşçı yürekler? Bunların hiçbirinin cevabını bilmiyorum şu an. Üzgünüm. Hoşça kal!" Kalabalık yalnızlıklarla doluydu ayrılığın darağacına giden yol. Kalanlar vardı o kısacık yolda, düşenler; gücünü tüketerek dar zamanın öksesinde. Yitirmişlerdi yeni bir yaşama deme şansını; saramamışlardı yaralarını ve kanamışlardı oluk oluk. Yürüyenler vardı; koşanlar, arada bir durup arkasına bakanlar, umutlananlar, soluklananlar, ayakları geri geri gidenler. Korkaklar da vardı, cesurlar da. Kalabalıktı alabildiğine ayrılığın darağacına giden yol ve ben de o kalabalıkların içindeydim artık. Arkamdan yükseliyordu yargıcımın sesi; "Her gün biraz daha derinden hissediyorum yokluğunu." Ben yokluğunun en içindeydim oysa hep. "Uzaklaşıyorsun benden." Evet uzaklaşıyordum; uzaklaştırılmıştım çünkü. Ayaklarına prangaları vurarak ayrılığın darağacına yollamıştın aşkı. "Gökyüzü var oldukça, sen var oldukça değil. Yok oluyorum git gide, biliyorum. Hak ediyor muyum? Belki." Verilmişti hükmü aşkın; geri dönüşsüzdü. Geri dönüşsüzdü darağacına giden yolculuğum; durup geriye bakmak anlamsızdı. Korkuyordum evet; kendime değildi korkum; güçlüydün biliyordum ama yine de yalnızlanmandan korkuyordum. Dönüşsüz yolculukların başladığı yerdeydim. Sen, gitmeliydin artık ve vazgeçmeliydin durup durup arkana bakmaktan. … "Gitmekten korkuyorum" diyordu yargıcım; "çünkü gitmenden korkuyorum." Ben, ölüyordum sen korkuyordun. Korkuyordum korku duymandan. "Korktuğum zaman ellerimi bir an bırakacağın hissinden de korkuyorum." Ölüler nasıl tutabilirdi ki? Henüz bilmiyordum. Çığlıklarımı susturamıyordum. Nasıl adaletsiz bir korkuydu o ve nasıl bir infazdı ki tüm korkuları içinde barındırıyordu. Adaletsiz, asaletsiz korkular. Yargıcına teselli veren mahkum gibi hissediyordum kendimi. Çaresizliğin ve saygısızlığın öfkeleri çöreklenmişti içime. Bir an sorunuydu artık bizim için son. Her şeye hazır olmalıydık. Susmalıydık. Yaklaşıyorduk son’a. Metanetin en gerekli olduğu anları yaşıyorduk ama o da, darağacına yaklaştıkça uzaklaşıyordu benden. Teselli arıyordu yüreğim; çaresizdi, geri dönüşsüzdü yolları. "Nasıl izbe bir gecede bıraktın beni, nasıl izbe bir yerde tek başıma? Yolun sağı solu uçurum. Sesin yok, elin, gözlerin yok... Ne leylim bir gece. Uykular rakkase!" "Her yıl bu zamanlar kanayacak yüreğim. Nasıl bir yer bu gittiğimiz, kör kuyu?" Gelmişti vakit. Susmalıydık; susturamıyordum seni, yüreğimi susturamıyordum. Yaklaşırken darağacına ben, hiç olmadığı kadar titriyordun. Güçlü olmalı ve gitmeliydin hemen. Kasırgalara dayanaksızdın çünkü. Ben ise kasırganın kendisiydim artık ve meydan okuyordum uçurumlara. Tüm heybetiyle karşımdaydı son. "Sen de mi gidecektin uğrunda ölümlere gidip geldiğim. Sen de mi hançer vuracaktın ayrılık yollarında? Bir sana susamıştım çöllerde bil ki; bir sendin susadığım. Olmasa da varlığın şimdi canım; yokluğunu varlığın sayarım…" "Suçlama beni, bırakıp gidiyorum diye seni. Bağrımı yakan bir yaradır bu ayrılık şimdi. Belki kanımdadır sevişmelerin yangını, öylece girerken günlerin bağrına. Taşıyorum sımsıcak gülüşünü. Suçlama beni. Ben var oldukça, sen de bende olacaksın. Unutmak kolay mı sanıyorsun? Hiçbir şeyi unutmama özelliğimi bir tek sende sevdim. Suçlamıyorum, bırakıp gidiyorsun; biliyorum senin de yüreğini yakan bir yara bu ayrılık." "Artık ışıklar sönmeli, kapanmalı kapılar, durulmalı sular. Artık son kez gelmeli ve gitmeliyiz ikimiz de. Yolundan çekilmeliyim. Ve benimle anılmamalısın." … Boğuluyordun, biliyordum. Kendi med cezirlerinden yorulmuştun. Korkularının esiriydin. Bir savaşçı değildin. Aşamadığın engellerin ardında yitip gidiyordun. Korkak mıydın? Belki! Ama bir vurgundu bu; yürek vurguncusuydun. Gidiyordun yiterek korkularının kuytusuna. Ve bilmiyordun, yakışmadığını savaşıma. Bir yıkımdı yaşanan evet. Gitmeliydin artık. "Gittin. Bilmiyorum nerdesin? Belki de yüreğinin bir köşesindeyim, yaşamındayım senin ama şu terkedilmişlik duygusu gelip çöreklendi yüreğime, yapıştı; bırakıp gitmiyor. Bencil miyim? Belki." Belki’siz bir bencillikti seninki evet. İzbesindeydim gecenin ve darağacının üzerindeydim; sınırındaydım varlıkla yokluğun. Terk eden sendin ellerimizi, terkedilmişliğimi çalan da sendin. Gasptı yaptığın tam da ve çöreklendirmiştin yüreğine terkedilmişliği. Ben ise, henüz gitmemiştim, darağacındaydım. Nasıl izbe bir gecede nerelere yuvarlamıştın beni ki, görmüyor ve bilmiyordun; dahası duymuyordun da. Geçti. Saatler geçti önce; o her biri günler süren. Sonra birikti, aylara döndü; ve yıl nihayetinde. Şimdi yerkürenin en ıssız, en ücra köşesindeyim. Mezarımın üstü örtüsüz, topraksız; öylesine bırakıp gittiğin yerdeyim hala. Ve hala açık sensiz bebekleriyle gözlerim. Hala boynumda o aşşağılık kementinin izleri ve yüreğimde saplı hala hançerin. "Ay gecede tutsak, sen uzaklıklara. Uzaklıklar değil ayı tutsak eden de, biziz tutsağı uzaklıkların. Birkaç saat süren bir tutum değil bizim tutulmuşluğumuz. Uzatmışız çağlardan çağlayıp gelen kementlere boynumuzu; parçalamak dururken sınırları. Azatsız köleleri olmuşuz acıların…" Yüreğimde o hançer saplıyken nasıl direnebilirim zamana şimdi? "Zamana yenilmeyelim ne olur?!" Yenildik, bitti. Işıklar söndü, kapandı kapılar ve duruldu sular. |
#6
|
|||
|
|||
Bana küçükken en çok sevdiğim rengi soruyorlardı. Renksizliği seçiyordum hep: “SİYAH”ı…
“Neden?” diyorlardı ısrarla… Sarıyı sevmelisin “GÜNEŞ”i ve bir de kırmızıyı “ELMA ŞEKERİ”ni… Ama ben yine “HAYIR” diyordum. Siyahı seçtim ben, karanlığı sevdim… Adı siyah… Karanlık deniyor dört tarafı duvar olunca… Literatürlerde “renksizlik” diye tanımlanır genelde. Fotoğraflarda siyah- beyaz renksizliğin ifadesidir hep… Kırmızıyla mavinin ayırt edilemediği yerde renk yok demektir, hayat yok… Ki bu yüzdendir siyah çoğu zaman ölümü ve mutsuzluğu temsil eder belki de… Ve ben de ölümü seçtim siyahı sevdiğimde… Adi siyah! Mutsuzluğun rengi, renksizliği hayatın… Seni verdi Tanrı gözlerimin rengine… Kara kaşlı, kara gözlü dediler… Ölümü gördüler gözlerimde… Karanlık, derin bir ölümü… Ben yine de seni seçtim: “siyah”… “Adi siyah”… Saçlarımı da boyadım siyaha, kömür karasına… Artık siyahtım, simsiyah… Renksizdim tamamen belki de… Bir de mor vardı… Mosmor… Şizofrenin rengiydi ya da eşcinselin… Birileri bir şeyler uydurmuştu mor için, yalandı… Renkti işte altı üstü… Kırmızıyla mavinin senteziydi sadece… Adı mor… “Yara” deniyordu, teninin üstünde halkalanınca ve canını acıttıkça, gün be gün rengi açıldıkça, her dokunuşunda sana O’nu hatırlattıkça adı mordu… Ve adı kırmızı… “Kan” deniyordu içinde bir şeyler parçalandıkça… İçin kirmızı, kıpkırmızı olunca da “Kanıyorsun!” oluyordu… “Mor”la ortak çalışıyordu… Önce kanıyor, canını yakıyor sonra acını bir türlü unutama diye yerini mora veriyordu teninde halkalanması için… Ve mor da terk ediyordu seni her gün biraz daha solarak ve yitirerek kendini… Sonra sen unutuyordun kanadığını, morardığını yani sonuçta an be an ACIDIĞINI… Dönüp dolaşıp “SİYAH”a geliyordun… Hep siyaha, renksizliğe… Bütün renkler siyaha dönüyordu zaten, çünkü yitiriyorlardı kendilerini, önünde sonunda… Her bitiş siyahtı, biterken renkler siyah başlardı ve ben bitişleri sevdim biraz da… Yani siyahtı tercihin hep… Adı karanlık, adi siyah… Altı üstü kare bir oda, yamuk bir yatak ortada… Ve dört duvar.. Karanlığı, siyahı, ölümü en derinden soluyabilmen için ideal bir ortamdı… Ben siyahı sevdim… Bitmeyi, acı çekmeyi en çok da… ------------------------------------------------------------------ ------------------------------------------------------------------ ACININ RENGI YOKTUR.. BIZ RENK VERIRIZ SIYAH DERIZ... SIYAHIN SUCU YOK... ACININ DA ... BIZIM İÇİNDIR SIYAH DA ACI DA.. |
#7
|
|||
|
|||
Yokiletişimli bir ayrılık
- Ama neden? Sadece nedenini bilmek istiyorum ve bu da benim hakkım.
Cümlesinin öznesini, güftesini ve kümlecini bulurum bulmasına da, cevabını vermesem olmaz mı? Üstelik hayat her zaman bu kadar determinist yaşanmıyor ki! Aynı koşullarda yaşanan herşey- ki hiç kimse aynı şeyi, aynı koşullarda yaşayamaz - aynı sonuçları doğurmak zorunda mı? Noktasız cümleleri de olabilmeli insanın. Üstelik bir aşk ne kadar somutlanabilir ki, sonucu tanımlanabilir bir son olabilsin…diye sürüp giden monoloğumun onda yarattığı kızgınlıktan ürktüm bir an: - Kes şunu! Hep bunu yapıyorsun ve bu saçmasapan, bitip tükenmek bilmeyen kaçışların beni delirtiyor. Bir kerecik de olsa, gerçek düşünceni en basit şekliyle söyle. Öfff yaaaaa! Yeni bir aşka başlarken " aşık oldum " demek herşeye yeterken, " bitti ! " demek neden yeterli bir son olmuyor? Karşı taraf derhal araştırmacı-gazeteci kesilip, herşeyi ortaya çıkarma hevesine düşüyor. Ayrılıklara " hastalık " mış muamelesi uygun görülüyor; teşhis koyup, tedavisini yapacak sanki. Ya da kendinin umutsuz bir vaka olduğuna karşı tarafı ikna etmek zorundasın. Ötenazi hakkını kullanmana izin yok. İntihar; hiç mümkünsüz. - Bir sürü şey, anlatılması sandığın kadar kolay değil. …diyor, halt ediyorum. Bir ayrılık tiradında olabilecek en salakça bölüm " Bir sürü şey " bölümüdür. Karşındaki "agresif Uğur Dündar" ın eline verilecek en gerzekçe koz! Araştırıp ortaya saçılacak bir sürü şey sahibi artık. - Bana hepsini anlatmak zorundasın. …la başlıyoruz, sıfırdan. Allah beni davul etsin, keşke vazgeçebilsem ayrılmaktan. Anlatmaktan daha kolaydır; kıçına kuyruk takılmış bir solgun aşkı sürdürmek. - Tutku öldü. …diyebiliyorum. Haydaaaaaaaa. Daha cümlemi tamamlar tamamlamaz yağmur boşanıyor. Kadınların ağlamasından nefret ediyorum! Yeterince akıllı biri olmadığımı yüzüme vuruyor bu. Bir türlü ayırdına varamadığım bir durum; ağlayan bir kadın, duygularını gözlerinden açığa mı çıkarıyor yoksa sinsi bir silahı mı bana doğrultuyor? Bir tür paranoya belki de. - Demek sevişirken hep numara yapıyordun. Çtonkkkk! Teşhis anında konuldu bile; üçkağıtçı ruh sapkınlığı. " Bu doğru değil " demek şu andan sonra anlamını yitirmiş durumda. - Yazık ki böyle. …diyiveriyorum, asılacaksam hemen olsun psikolojisiyle. Oysa gerçekte doğru değil, hiçbir sevişmemizde numara yapmadım. Sonunda tedaviye cevap veremeyecek bir hasta olduğum kanısına varmış olmalı ki; - Herşeyi affedebilirdim ama bunu asla! …diyerek sırtını dönüp gidiyor. Gitsin! Hıçkıra hıçkıra ağlayarak giden sırta, sırtımı dönüp ben de ters yöne yürüyorum. 1,5 yıldır yaşananlar film şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Bir başka ölüm şekli olmalı bu. Ölümler karşısında yaşadığım o lanet ruh hali yine üstümde: hiçbir şey hissetmiyorum. Ölüme karşı böylesine duyarsız kalabildiğim için kendimden nefret etmişimdir hep. Öyle çok ölüm gördüm ki, öyle çok kendimden nefret etmeme neden oldular. Evde kendime bol tonikli bir martini hazırlıyorum, özenle. Tv karşısına kurulup iddiasız bi filmin içinde yitmeyi deniyorum. İçim, ses versem yankı yapacak halde ve kaygısını güdecek de hiçbirşeyim yok. Münir Özkul, kendisinden aile sırlarını saklayan Adile Naşit'e zehir zemberek sözler söylemekte. Karşılıklı ağlaşıyoruz Adile Teyze'yle. Bağıra bağıra ağlıyorum, yaralı bir köpek gibi. Münir Amca'ya bunu yapmamalıydın be Adile Teyze. |
#8
|
|||
|
|||
2
Yokiletişimli Bir Ayrılık-ll
- Gitmem gerek! Yalan söylemek istemiyorum, yüreğim başkasına kaydı. Ben senden geçtim, anla beni lütfen. Anlamak! Ne tuhaf sözcük. Hele iki insanın/iki yüreğin birbirini anlaması söz konusuysa. “Yaşamak” kısmına evet ama “anlamak” başka bir şey, öncelikle beyinde paylaşmayı gerektiren. Otto Rene Castillo’nun dillediği aydınlık yarınlara ilişkin umudu, paylaştığım için anlıyorum. Ben de “bir tek güneşten utandım hayatımda”, Nilgün Marmara’yı anlıyor(d)um. Oysa ne senden geçen bir ben var ortada ne de başkasına kayan bir yürek, seni anlamamı nasıl beklersin? Bırak sadece yaşayayım. Bencilliği koy bir yana ve bu sevdadan bana düşen pay olan “acı” yı bari tekil yaşamama izin ver. Bunu bile doyasıya yaşayamayacaksam neden aşık olayım? Aşk nedir ki, acıyı tendeki tuzda sevmeyi öğrenmekten başka? “..old and cold and grey.” (1) Old En ağır işçilikmiş terk edilen sevgili olmak. Nasıl bir yorgunluk ve elkalkmazlık hali! An’lamaya çalışma sürecinde katedilen zaman anlamaya yetmiyorsa da yaşlanmaya yetiyor sanırım. İnsanlık tarihinin gördüğü en yaşlı yüreğim ben şu an. Cold Gidişlerin ereksiyonla doğrudan bir ilişkisi olduğuna eminim. En soğuk kış günlerinde bile hep sıcacık olan ellerim, acemi buz heykeltıraşlarınca yapılmış iki eser. Karnım, dudaklarım, penisim, sırtım donmuş durumda. Sıcak ve hızla hareket etmek için sabırsızlanan tek nokta bedenimde, bacaklarım. Koşmak istiyorlar, hedefsiz. Grey Ben hep sonsuz renkli bir gökkuşağıydım, renklerimi çalma! Mavi mavi güler, kıpkırmızı ağlarım; bilirsin. Renklerimi alıp gitme, bıraktığın grileri sevmiyorum. Aslına bakarsan bir sevdaya “bizim” olanlar girdiğinde yitiş başlamış oluyor, “ben”lik “biz”e teslim ediliyor, gönüllü bir “vazgeçtim” hali; kendimden. Bizim sevdiğimiz filmler, şarkılar ve yazarlar vardı, “yani; yanıldığımız”(2). “Beni terketme, kopeginin golgesi olayim” (3). Gidersen Günlerin Köpüğü (4) uçup gitmeli, kararmalıydı dört bir yan. Oysa aşk öylesine basit ve “aynı” ki, bol köpüklü/deli bir med-cezir. Ötesindeki tüm tanımlar entelektüel egonun süsleri. Öyle ya, bizim “okumuş” aşkımız, kapıcı Hüsnü’nünkinden daha mavi kan olmak zorunda. Her aşaması ayrı bir “aydın ritüeli” şeklinde yaşanmalı. Örneğin, tütsüler ve mumlar yanmalı sevişilen odada. Birlikte yaşanıyorsa, mutlaka bazı geceler/günler yalnız takılınmalı. Başka arkadaşlarla tatile çıkılmalı. Ayrılıklar da sadece yaşanmakla kalmamalı, an’laşılmalı. Entelektüel tavır bunu şovullar, bu sorunsalı tartışalım gerekirse ama mutlaka an’layalım. Ben senin gidişini anlamak istemiyorum. Git sadece. İçim ölecek. Kendimi yaşlı,soğuk ve gri hissedeceğim. Yüreğim liğme liğme olacak, sokak köpeklerine yedireceğim her parçasını. Ama anlamamı isteme benden. “..dilerim ışıl ışıl kalırsın hep /bir sokak fenerinden sızan ışık gibi.”(5). - Peki. (1) Supertramp- Don’t leave me now (2) Cemal Süreya- Onların yani sizin (3) Jacques Brel- Ne me quitte pas (4) Boris Vian- Günlerin Köpüğü (5) Andrey Voznesenski-Oza |
#9
|
|||
|
|||
BİR ADIN KALMALI
bir adın kalmalı geriye bütün kırılmış şeylerin nihayetinde aynaların ardında sır yalnızlığın peşinde kuvvet evet nihayet bir adın kalmalı geriye bir de o kahreden gurbet sen say ki ben hiç ağlamadım hiç ateşe tutmadım yüreğimi geceleri, koynuma almadım ihaneti ve say ki bütün şiirler gözlerini bütün şarkılar saçlarını söylemedi hele nihavent hele buselik hiç geçmedi fikrimden ve hiç gitmedi bir topak kan gibi adın içimin nehirlerinden evet yangın evet salaş yalvarmanın korkusunda talan evet kaybetmenin o zehirli buğusu evet nisyan evet kahrolmuş sayfaların arasında adın sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı bu sevda biraz nadan biraz da hıçkırık tadı pencere önü menekşelerinde her akşam dağlar sonra oynadı yerinden ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca sen say ki yerin dibine geçti geçmeyesi sevdam ve ben seni sevdiğim zaman bu şehre yağmurlar yağdı yani ben seni sevdiğim zaman ayrılık kurşun kadar ağır gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın yine de bir adın kalmalı geriye bütün kırılmış şeylerin nihayetinde aynaların ardında sır yalnızlığın peşinde kuvvet evet nihayet bir adın kalmalı geriye bir de o kahreden gurbet beni affet Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç Ahmet Hamdi Tanpınar |
#10
|
|||
|
|||
Bazı hayatlar yaşandıkça bulur anlamını
Bazı hayatların yaşandıkça çıkar boşluğu Hayat ne uzundur aslında ne de kısa Ne yaşadığındır yalnızca Bazı pişmanlıklar hayatı kısa kılar Bazıları için çok uzundur tekrarlar Murathan Mungan |