| | Mitglied werden | | | Hilfe | | | Login | ||||||||
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum |
Hilfe | Kalender | Heutige Beiträge | Suchen |
|
Themen-Optionen | Thema durchsuchen |
#431
|
|||
|
|||
Walt Disney
Lustiges Taschenbuch |
#432
|
||||
|
||||
“…Mektubuma cevap beklemiyorum, sizi bekliyorum. Altı aylık evli arkadaşım Nefise intihar etmesin, diye onu beklemekten canım çıkıyor. Size yazmadığım başka şeyler de var. Buralar yanıyor, buralar çürüyor, ne olur hemen gelin. Dağlar bile halimize ağlıyor, siz ilgisiz kalmayın.” Asude "Şeyh babamın vefatından hemen sonra, yeni şeyhin kim olacağını görebilmek için rüyayı bekleyen dervişler, rüyalarında aynı gece, aynı kişiyi görüp vaziyetin mahiyetini anlayabilmek için sabahın erken saatlerinde kapımı çaldıklarında, gece boyunca vücudumun her zerresine sirayet etmiş şarabın etkisinden henüz kurtulamamıştım." Tarık Tufan'dan "hayat bu, her şey olur" diyen bir roman! Şanzelize Düğün Salonu'nun "isimsiz" kahramanı bir aşk için evinden çıkıp savrulmaya başlayınca, kendisini daha önce hiç yaşamadığı türden şaşırtıcı ve bir o kadar da tuhaf olayların içinde buluyor. Tarık Tufan sevilen üslubu, hakiki hayreti ve "acayip" kurgusuyla bizi ilgi çekici bir yolculuğa çıkarıyor. Kahramanın oradan oraya savrulmasıyla gelişen bu yolculuk bir yanıyla da insanın içine doğru uzanan bir arayış. Olmak cesareti, insanın maske takmadan, “mış gibi” yapmadan, kendi çıplak varoluşuyla, nerede durduğunu, nereye ait olduğunu, nasıl bir dünya tasavvur ettiğini, hiç gizlemeden, utanıp sıkılmadan gösterebilmesi demektir! Korkmadan “Hayır!” diyebilmek, boyun eğmeden dik durabilmek, tahakküme karşı durma cesaretidir. Bize kendi aklını vasi tayin etmek isteyenlere karşı “Hayır, ben kendi aklımla mesudum, senin aklına ihtiyaç duymuyorum!” diyebilmektir. Hakikat ve hakikilik, cesaret istiyor. Kemal Sayar, zamanın ötesine konuştuğu yazılarıyla bize bunu hatırlatıyor. Bir kaygı döneminden geçiyoruz, ama etrafımızda olan bitenleri, kendi içimizde olan bitenleri dikkatle izliyoruz. Böylesi dönemlerde kendi içimizdeki boşluktan aşağı bakabilmek nasıl da önem kazanıyor! Milletçe, “olmak” cesaretini göstermemiz gerekiyor. Eve geldim, küçük abim kaza geçirmiş, hayata veda etmek üzereydi. Babam kumarhanede, evde para yok. Annem çok acı çekiyordu. Babam yolladığımız haberi dikkate alıp gelmedi ve nihayet abim vefat etti. Babamı kumar masasından kaldırıp getirmişler. Geändert von Caka_Bey (18.01.2017 um 21:39 Uhr). |
#433
|
||||
|
||||
Çıkışsız dar bir vadide yaşayan ilkel bir grup insan, ormandaki dev yaban domuzlarıyla da mücadele ederek hayatta kalma mücadelesi vermektedir. Kurganlık Vadisi olarak adlandırılan bu yerdeki yaşam, sorgulanmayan ve itiraz edilmeyen katı bir kurala sahiptir; vadiye senede bir kere dış dünyadan birisi gelmekte (getirilmekte) ve gelen ‘takasçı’ vadi halkından birisini seçip ölüme göndererek onun yerine geçmektedir. Son takasçı, Alanya’da yerleşik yabancılara domuz eti satan kasap İlimdar Can Çekirdek olur. Kahpece tuzağa düşürülmüş ve gözlerini bu netameli vadide açmıştır. İlimdar, Kurganlık Vadisi’nde bulunduğu süre zarfında kurallara uymaktan başka seçeneği olmadığını anlar. Hepsinin tuhaf olduğunu düşündüğü vadi halkını tanımaya ve hangisini seçeceğine karar vermeye çalışırken, neden burada olduğunu ve kurtulmanın mümkün olup olmadığı arayışından vazgeçmez. Bir yandan geçmişini ve mesleğini sorgulamayı sürdürür. Bir süre sonra vahşi yaban domuzlarıyla dolu ormanın öbür tarafına geçebildiği takdirde kurtulabileceği umuduna kapılır ama seçim günü gelip çatmıştır ve kaçışı yoktur. Aslında kurtuluşu tamamen seçimiyle alakalıdır ve şeytanın dahi aklına gelmeyecek bir akıl oyunu oynaması gerekmektedir. Anadolu’nun medeniyet havzasından polen polen toplanmış ve kendi özümüzden kotarılmış duygusal, bilişsel, psiko-târihsel, dinî, ânanevî gıdalarımız ve membâlarımız dururken, neden Kişisel Gelişim Teknolojileri’ne, Anglo-Amerikan veyâ Anglo-Sakson medeniyetlerin kültür emperyalizmine çanak tutan Pop-Psikoloji reçetelerine giriftâr oluyoruz ki? Yâni, kendi anlam dağarcığımızdan imbikleyerek oluşturabileceğimiz bir psikoloji ya da bir psikoterapi geleneğimiz yok mu? Neden anlamını dahi bilemediğimiz kelimelerle; sahte, sentetik, sığ, alengirli, cafcaflı, tüketime dâvet eden, riyâkâr, konformist, hâz yumağına sarmallanmış, kültürel kodlarımıza yabancı olan derinliksiz ve niteliksiz kişisel gelişim enstrümanlarıyla birlikte gelecek nesillerimizi ve de millî ve manevî kimliğimizi inşâ etmeye çalışıyoruz? Otantik zamanların ve bu toprakların bilgeliğini yadsıyan ‘Modern Psikoloji’ bize verebilir ki? Birey olarak âit olduğumuz sosyal dokumuz, ideallerimiz, ahlâkî secîyelerimiz, geleneksel anlam sağlayıcılarımız ve kiplerimiz, sohbet kültürümüz; Yunus, Mevlânâ, Hacı Bektâş ve Hacı Bayrâm gibi mânevî önderlerimiz, âilevi bağlarımız, eski zamânları anlatan ton ton yaşlı ninelerimiz, köydeki hayatımızı renklendiren ve her şeyi ulu orta söyleyen rind-meşreb meczûb delilerimiz, her biri bir klasik roman derînliğindeki türkülerimiz, bizi başka âlemlere çekip götüren ebrûlarımız, her biri başlı başına müzikal bir kabâre olan düğünlerimiz, ciğer yakan ağıtlarımız, yüce bildiğimiz şehitlerimiz ve erenlerimiz ve baharleyin çaput bağladığımız söğüt ağaçlarımız nerede kaldı! Bu toprağın bize söyleyecek olduğu hiçbir söz yok mu yâni? Sûfî Terapi, adıyla kaleme aldığımız bu çalışmada, işte bu soruların ve taleplerin nesep çizgilerini tespit ve temyîz ederek; modern psikolojiye, psikoterapilere ve kişisel gelişim furyâsına alternatif bir yaklaşım sunmaya çalışıyoruz. Unutmayın; bu bizim hikâyemiz… Geändert von Caka_Bey (18.01.2017 um 21:50 Uhr). |
#434
|
||||
|
||||
Akıl hastanesinde kalan o sarışın, zayıf kız akordeonunu çalarken hep aşkını düşünüyormuş meğer. Çaldığı bütün parçaları onun hayaline adıyormuş. Gözlerinden anlamıştım zaten. Başka türlüsü mümkün değil. İnsanın ancak aşkı için şarkı söylerken gözleri bu kadar parlar. Hele bu kadar solgun bir yüzle şarkı söylerken birden değişiveriyorsa. Bir enstrüman çalmayı sırf bunun için isterdim. Biliyor musun sonbahar gelince İstanbul susuyor bazen. Bu şehir sustuğunda en çok martılar hüzünlenir. Ben bir şarkıyı arıyorum. Ben bir şarkıyı arıyorum. Ben bir şarkıyı arıyorum. Ben seni arıyorum. |
#435
|
||||
|
||||
Osmancık, ailenin biricik çocuğudur. Kötü emellerine yenik düşmüş, gözlerini para hırsı bürümüş bir çete tarafından kaçırılır. Ailesi Osmancık'ın hayatından çok endişe etmektedir. Bir an evvel biricik yavrularına kavuşmak isterler ve bunun İçin ne gerekiyorsa yapmaya hazırdırlar. Fakat bunu yapmak o kadar kolay olacak mı? Masum ve korumasız bir çocuk olan Osmancık, onu çok seven ailesine kavuşabilecek mi? "Bir Küçük Osmancık Vardı" bir solukta okunacak heyecan dolu, duygu yüklü bir ilk gençlik romanı... Osman'in yillar sonra annesiyle karsilasmasina gercekten aglayacaksiniz, genclik romani denmis ama her kesimin okuyabilecegi bir roman. |
#436
|
||||
|
||||
Bu roman, gerçek hayattan uyarlanmış, yaşanmış olayları konu edinmiştir. Özellikle 17 Ağustos'da hükmü şehid mertebesine eren, Gönül ve Âmine'nin hayatlarından bir kesit sunmaktadır. Sevgili arkadaşlarım: Sizin İslâm'a verdiğiniz gönülü nasıl anlatabilirim ki? Sizin ihlasınız kelimelere sığar mı ki?. Geride bıraktığınız ailenize ve Ayşegül'e, duygularını benimle paylaştıkları için teşekkür ederken; hayatınızdan aldığım bu kesitin sizden sonra da irşad görevinizi sürdürmeye vesile olmasını ümit ediyorum. Gerçek hayattan uyarlanmış olan bu roman, 17 Ağustos depreminin acılarını, hüzünlerini, depremde hayatlarını kaybetmiş iki güzel insanın hayat mücadelesini gözler önüne seriyor.Br solukta okunacak, ibretler alınacak bir eser... Sarsılmadan Uyanmak kitabı Ölmeden önce okunması gereken 1001 kitap listesinde yer almaktadır. |
#437
|
||||
|
||||
Ne demek gençtir? Ben onu ne umutlarla okula gönderdim. Güvenmiştim. Ahhh kafam! Komşu Nurettin Bey: "Komşu, kızına güvenebilirsin; ama kurt ile kuzu bir arada durur mu? Kızını kurtlara kaptırabilirsin." Demişti de, adamı dinlememiştim. Arif Bey, o gün belediyede bir işini halletmek için giderken parkın önünden geçmiş, kızını bir delikanlıyla kol kola görmüştü. Okul saati idi. Beyninde vurulmuşa dönmüştü. Aniden başını yana çeviren Ayşen, babası ile karşı karşıya kalmış, neye uğradığını şaşırmıştı. Arif Bey kızına bir tokat atmış, hemen eve getirmişti.. |
#438
|
||||
|
||||
Oğuzların destansı hayatını anlatan ve on iki hikâyeden oluşan Dede Korkut Hikâyeleri Türk edebiyatının eşsiz şaheseri ve millî destanıdır. Boğaç Han, küçüklüğünden beri hor görülen, küçümsenen, aşağılanan bir bey oğlunun dillere destan kahramanlıklarını anlatan Dede Korkut Hikâyeleri'nden birinin romanıdır. Serinin ikinci kitabında Dirse Han'ın oğlu Boğaç Han'ın küçümsenme, alaya alınma, dışlanma ve aşağılanma ile geçen acı dolu yılların ardından gösterdiği ve binlerce yıldır unutulmayan kahramanlıkları anlatılmaktadır. Roman, Oğuz'un kudretli bir beyi olan Dirse Han'ın 'aşık' oynamaktan başka bir meziyeti olmadığı düşünülen, herkesçe alaya alınan oğlu Boğaç Han'ın ejderha görünümlü azgın bir boğa ile yaptığı güreşi ve Hristiyanlara esir düşen babasını kurtarmak için verdiği amansız savaşı anlatmaktadır. Yiğitlerin cengi ve yaman bir destanın hikâyesi... *** "Bütün Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut'u öbür gözüne koysanız, yine Dede Korkut ağır basar." Ord. Prof. M. Fuat Köprülü |
#439
|
||||
|
||||
Ata ve Latife
Semra Topcu |
#440
|
||||
|
||||
Anne ve babasının vefatından sonra kasabada yalnız başına yaşamak zorunda kalan Hami'yi zor günler beklemektedir. Kimseye zararı dokunmayan dürüst, saf ve iyi niyetli bir insandır. Gerçek ismi Hami olmasına rağmen herkes ona "Garip" diye hitap etmeye başlar. Başı darda kalan herkes ondan yardım ister. Herkesin yardımına koşmayı vazife bilir. Yaptığı işi eksiksiz yapar. Yapar yapmasına da kimseden hiç bir karşılık göremez. Herkes ona aynı şeyi söyler; "Gelmez ayın son çarşambasında..." ya da "Kırmızı kar yağınca öderim!" Garip bu sözlerin ne anlama geldiğini bilmeden sürekli yanında taşıdığı bir deftere alacaklarını kaydeder. Bir gün Terzi Fikret'in dükkanının camlarını silmektedir. Birden alacaklarını kaydettiği defter yere düşer. Terzinin kızı, üniversite öğrencisi, Zehra onun yere düşen defteri alıp okuyunca her şey ortaya çıkar. Bu olaydan sonra Garip "Gelmez ayın son çarşambası" ve "Kırmızı kar yağınca"nın ne anlama geldiğini öğrenir. Garip'in emeklerinin boşa gitmesine Zehra'nın gönlü razı olmaz. Yaptırdıkları işlerin bedelini kasabalıya ödetmek ve onun hakkını kasabalıdan almak için bir plan yapar... (Tanıtım Bülteninden) |