Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum > Gesellschaft & Soziales


Hilfe Kalender Heutige Beiträge

Antwort
 
Themen-Optionen Thema durchsuchen
  #24851  
Alt 24.09.2005, 10:51
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard ben sen o Su anda oradayiz :o)

Sen dogdun öldün ve yerindesin..

)
ama kafan almiyor)
  #24852  
Alt 24.09.2005, 10:52
Benutzerbild von xstudentxnrw
xstudentxnrw xstudentxnrw ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard yasamak dedimde.. o da gercek bir sey

oldugundan.. hayallerle yasadigini hayal etmeye devam etmeyi hayal edin.. ama hayal etmek yapilan bir sey.. yani hayal etmeniz bile yapamiyacaginiz bir sey :O)
  #24853  
Alt 24.09.2005, 10:55
Benutzerbild von xstudentxnrw
xstudentxnrw xstudentxnrw ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard kafayi yemissiniz, adamlara matrixmi

izlettiniz :O)
tvde hayal olunca tvlen hayal izletmeniz tuhaf :O)

onlarin anladigi bu dünyanin gecici olusu ve Allah(c.c.) sonsuza dek vaad ettigi seyin geleceginden emin olmalari ve onun icinde ona göre hareket etmeleri.

ama bunu kavrayamamaniz normal.. cünkü beyninizde hayal sizin :O)
  #24854  
Alt 24.09.2005, 10:57
Benutzerbild von oezsu
oezsu oezsu ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard SAKIZ MI CIGNIYORSUN???

iste senin beyin kapasitn bu kadar calisiyor!!!!

bir kelimeyi yuttun papagan gibi ötüp duruyorsun!!!

ilmin yetersiz..neyse, Allah böyle istemis seyretmeyi...

senide seviyoruz...
  #24855  
Alt 24.09.2005, 10:58
Benutzerbild von oezsu
oezsu oezsu ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard EVRENSEL ÖZ VE ÖZÜMÜZ

İnsanın, asla evrenden söz edemeyeceğini; "Evren" ismi altında anlatılmak istenen şeyin, ancak ve sadece kesitsel algılama araçları beş duyuya dayanan "insanın evreni" olduğunu anlatmıştık...

Daha sonra da, "madde" diye bir şeyin gerçekte var olmadığını; "madde" tespitini dahi beş duyuya dayanan algılama araçlarının yaptığını; başka algılama araçlarının da başka "madde"ler tespiti yapabileceğini açıklamaya çalışmış; ve her algılama aracına GÖRE değişen sayısız "madde" alemleri vardır; ki onlar, bize göre, hep "madde ötesi" âlemlerdir, demiştik..

İnsan, beş duyu verileriyle evreni tanıyamayacağına göre; insan, evren içi bir varlık olduğuna göre; Evrende, her şey madde ötesi dalgalardan, ya da kuantsal yapıya dayanan çeşitli frekanstaki, çeşitli anlamları kapsamında bulunduran birimler olduğuna, göre; bu takdirde özü itibariyle "insan" nedir?

Gözden öze yönelebilenlere, gözden öze geçebilenlere, beyinlerini beş duyu verileriyle bloke olmaktan kurtarıp, derin ve kapsamlı düşünce yoluyla, madde sanısından "Evrensel Öz"e doğru, bilim artı sezgi gücüyle kullanabilenlere göre...

Evrende mevcut olan her birim, yapısına ve algılama aracına göre yer aldığı katmanda, tüm evrensel özdeğerlere sahiptir. "Evrensel öz"e sahip bulunan her birim, kendi algılama araçlarının oluşturduğu katmanda yaşadığı sürece, o katman kendi "madde" dünyası olarak mevcuttur; diğer katmanlar ise, "yok" hükmünü alır algılama aracının kapasite yetersizliği dolayısıyla!.

Gerçekte, Evrende mevcut bulunan her şey, aynı özden meydana geldiği için, ister yaratan güç denilsin, ister günümüz deyişiyle "Salt Bilinç" diyelim bu Evrensel kudret ve ilim, halogramik bir biçimde, evrenin her katmanındaki her birimin her noktasında aynı şekilde mevcuttur!.

Evrene, aynı özden meydana gelmiş değişik terkiplerdeki sayısız türün algılama araçlarından bakışı bir yana koyup da; tüm algılama araçlarının kapasitesine sahip tek bir algılama aracıyla, Özden yapıya doğrultusunda bakabilirsek, algılarız ki, canlı, sonsuz, sınırsız, ilim ve kudret sahibi, kendi varlığı dışında başka bir şeyden söz edilmesi mümkün olmayan "TEK"ten başka bir şey mevcut değildir; ki artık siz, "O""na ne isim isterseniz veriniz!.

Bugünkü bilimsel değerlendirmeler, geçtiğimiz binlerle yıllık süreç içinde mevcut olmadığı için, o günün gözden öze yönelenleri, beş duyunun kesitsel verileri üstüne, beş duyu ötesi algılama sistemlerini de devreye sokarak, bu gerçeklere önemli ölçüde ulaşmışlar; ancak ne var ki, kendi lisanları ile, "mecaz yollu" bu gerçekleri dile getirmişlerdir.

"Evrenin tek bir ruhtan meydana geldiğini", "herşeyin varlığının bu tek ruh ile mevcut ve devam etmekte olduğunu", "insanın, özünde mevcut olan bu ruhu, dışarıda aramasının boş bir şey olacağını" vurgulayan öze ermişler, ne yazık ki kendilerini gözle sınırlayanlar tarafından anlaşılamamışlardır.

Evren, özü itibariyle tek ve tümel bir bilinç ve güç olduğuna, gerçekte sonsuz-sınırsız yapısına, ve her birimin kendi ilmi ve kudretiyle, ve gene kendi varlığıyla varolduğuna göre, insan için evrenin gerçeğine vardırıcı tek yol, gene insanın kendi bilinci ve özüdür.

İster, tüme varış; ister, tümden geliş sistemleriyle hareket edelim, öncelik hep "tüm"dedir!.. "Tüm"ü bilmezseniz, bilmediğinize varamazsınız!. "Tüm"ü bilmezseniz, tümden gelim olanaksızdır!. Öyle ise her koşulda, öncelikle bilinmesi zorunlu olan "TÜM"dür!..

"Madde"miz, beşduyu verilerine göre mevcut olan bir katman olduğuna göre; algılama araçları değiştikçe "maddeler"de değişeceğine göre; bu hükmü veren bilinç, kesinlikle anlaşılır ki madde değildir!...

Bilinç, madde olmadığına göre; "Evrensel Öz"den meydana gelmiş, "Evrensel Öz"le mevcut, ancak yapısını henüz değerlendiremediğimiz, meçhul frekanslı dalgaboyudur!..

Ve bu gerçeğe göre biz, Evrendeki, göz boyutuna göre, milyarlarca galaksiden bir galakside, yüzmilyarlarca yıldızdan birinin bir uydusunda yaşamakta olan, milyarca bedenden bir et-kemik beden değil; varlığını "Evrensel Öz"den alan, ve "O" öz ile varolan bir bilinç titreşimiyiz!.

Beşduyu sınırlamaları dolayısıyla, "madde" diye isimlendirdiğimiz her şey dahi, değişik frekanslardaki ışınsal yapıdan başka bir şey değildir!....

Ne var ki, "Evrensel Öz"ü halogramik bir biçimde varlığında bulunduran; ve hatta o "Evrensel Öz"ün mevcudiyetiyle var olan; halogramik bir biçimde öz sahibi ışınsal yapı olan varlığımıza, bizden öncekiler "RUH" adını takmışlardır.

Öyle ise, insan için, "yok olma" anlamında "ölüm" asla söz konusu olmayıp; olay, kişinin bilincinin, madde boyutundan, halogramik ışınsal beden boyutuna sıçramasıdır; ya da eskilerin tanımlamasıyla. "Ruhlar Âlemine geçiş" söz konusudur.. Ve bu halogramik ışınsal özellikli beden için, ışınsal evrende, eriştiği algılama kapasitesiyle, bu kapasiteye bağlı katmanda sonsuza dek yaşam mevcuttur.

Ahmed Hulûsi

“HZ. MUHAMMED NEYİ OKUDU” Kitabından
  #24856  
Alt 24.09.2005, 10:58
Benutzerbild von xstudentxnrw
xstudentxnrw xstudentxnrw ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard yasam o zaman basliyor.. ilginc bir tabi

r :O)

su an yasamiyormusun? yoksa Kurani inkarmi ediyorsun.. yasam var, ölüm var ve yeniden dirilis var :O)

misafir olmak baska.. sizin gibi hayallerle yasamak baska :O)

sen misafirlige git, adamin getirmedigi cayi hayal et.. bende getirecegi cayi iceyim :O)

Allaha sükür onun sonsuz kudretiyle yarattigi seyler var. bunlara yok diyenlerin vay haline :O)
  #24857  
Alt 24.09.2005, 10:58
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Bunun sahih ile batil ile alakasi yok

Eniscigim;
Önyargili yaklasiyorsun olaya Bu yüzden yanlis yapiyorsun..
Önce Ön yargilarindan kurtul..Olaya objektif bakmaya calis.

söyle ki:

Sünnet-i HÜDA : Uyulacak olan sünnet budur.Bunu kimse inkar edemez.ettigi anda Kuran i inkar eder. Cünkü Bu hal Peygamber in Vahiy altinda oldugu ve kuran i teblig ettigi Haldir.

Insanlar bu hal ile Peygamberin normal hayatini ayirmadiklari icin ve sünnet-i Zevaid adi verilen ve özel yasamini bildiren sünneti de O sünnet-i hüda ile bir tuttuklari icin Ortalik karisiyor..
Diyorlar ki Peygamber in her sözü vahiyden kaynaklanir.. Bu böyle degildir.

Bu yüzden kuran tebligi yaptigi ve kuran i insanlara acikladigi sünnet inkar edilirse otomatikman KURAN Inkar edilir..

Cünkü Kuran in Inis merkezi Muhammed Mustafa dir.

Sünnet-i Hüda yi tanimiyan Kuran i da tanimaz

Hoscakal
  #24858  
Alt 24.09.2005, 10:58
Benutzerbild von oezsu
oezsu oezsu ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Aciyorum sana... o.T.

ohne Text
  #24859  
Alt 24.09.2005, 10:59
Benutzerbild von xstudentxnrw
xstudentxnrw xstudentxnrw ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Hitleride seviyormusun? :O)

romanla enis seni ic islerine göstersinler bi :O)
  #24860  
Alt 24.09.2005, 11:00
Benutzerbild von oezsu
oezsu oezsu ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard STUDENT.. ÖZEL YAZI!!!! Senin icin!

Burada Cenâb-ı Hak"kın bize açtığı çok önemli bir gerçeği açıklamak istiyorum.. Bu elbette bizim değerlendirmemizdir ki, kimse bunu kabul ile zorunlu değildir..

Bizim müşahedemize göre...

"Yeryüzünde kan dökücü, fesat çıkarıcı varlıklar" ifâdesi meleklerin o an için yeryüzündeki "insansı"ları ve onların yaşantılarını tesbit etmelerinden ileri geliyordu.. Çünkü o sıralar yeryüzünde ilk "insan" varolmamıştı ve yalnızca "insansı"lar yaşamaktaydı!.

Dikkat edilirse, Kur`ân-ı Kerîm’de Adem`in ilk insan türünden bir varlık olduğuna dâir hiç bir âyet yoktur!. Kur`ân ‘daki bu açıklama "yeryüzünde Halife meydana getirileceği" yolundadır..

O devirde yeryüzünde bir tekâmül sürecinden geçerek bugünkü "insan"a son derece benzeyen; fakat zihnî fonksiyonlar yönünden düşünce, muhakeme gibi insanî vasıflardan yoksun; "homo-saphien" olarak adlandırılan, insan bedeninde hayvanlığı yaşayan topluluklar vardı... Ki biz bunlara "insansı" demekteyiz..

Bunlar kişisel menfaatleri için birbirlerine her türlü zararı verebiliyorlar; kan döküp, fesat çıkarıyorlardı!.. Yaşamları yalnızca hayvansal düzeyde olup, yeme-içme, çiftleşme, olabildiğince her şeye sahibolma gibi son derece sınırlı bir şekilde devam ediyordu.

Ve elbette o zaman yeryüzünde en bilinçli varlıklar olan "CİN"ler de bunlar üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunabiliyorlardı..

Melekler de kendi kapasiteleri ve gördükleri örnekler kadarıyla, "Halife" olacak "insan"ı, o ana kadar yaşayagelmekte olan "insansı"lar gibi değerlendirerek; onu "Yeryüzünde kan dökücü, fesat çıkarıcı bir varlık olarak" zannetmişlerdi!.

Oysa, "Adem" ismiyle işâret edilen "şekillenmiş çamur" yani "hücresel beden" sahibi varlığa, yani, "insansı"ya, belli bir kıvama -sevveytu- geldikten sonra Allah "ruhundan üfle"miş; böylece o, bir "mutasyon" geçirmişti!.. Bundan sonra da "insansı"lar arasında da ilk "insan" olmuştu Hazreti Adem !.

"Onu kıvama erdirip, ruhumdan üflediğim zaman" (Sad-72)

Burada dikkat edilmesi gereken husus, öncelikle insan bedeninin, "insanî" hakikatı ortaya çıkartabilecek bir "kıvama", kemâle gelmesidir... Ki bu da yukarıdaki âyette ön oluşum olarak belirtilmiş; daha sonra da "ruhum" ifadesiyle "esmâ-i ilâhi’nin mânâları" anlatılmak istenmiştir! Bilindiği gibi "ruh" kelimesinin çok önemli bir anlamı da "mânâ"dır..

"Allah, Adem`e bütün isimleri tâ`lim etmişti"!.

"Ruh nefhi" ifadesiyle anlatılan, "esmâ-i ilâhi’nin" kapsamlı bir kapasiteyle ortaya çıkarılabilmesi yeteneğini oluşturan "mutasyon" olayı sonucunda, beyin kapasitesi Allah-u Teâlâ`nın "tâlim edilen" tüm esmâsının özelliklerini ortaya koyabilecek kemâlâta ulaşmış; böylece de cennet hâli diye bahsolan yaşama geçmişti Adem!..

Yani, kendi esmâ-i ilâhi’sini, zâhiren ve bâtınen bütün boyutlarda ortaya çıkarabilecek kemâl üzere Adem`i meydana getirdiği için, bu kemâlinin neticesi olarak Adem, varlıkları, mevcûdâtı değerlendirmeğe gitmişti..

Adem’in, bütün varlığı ve mevcûdâtı kendisindeki geniş mânâ kapasitesi ile değerlendirmesi sonucunda, melekler şaşırmışlar, hayrete düşmüşlerdir!... Ki bu da gayet doğaldır!. Çünkü kendi bileşimlerinde o isimlerin mânâları yok, ortaya çıkmıyor...

Bunun neticesi olarak:

"Sen mutlak olarak münezzehsin, biz ancak senin bizde izhâr ettiğin ilim kadar değerlendirme yapabiliriz..." ( 2-32)

demişlerdir...

Ve bu deyişin ertesinde de, Adem`e "secde" etmişlerdir!.

Yâni, Adem`in kemâlini, Adem`de çıkan mânâların, ilâhi isimlerin yanında kendi kapasitelerinin yetersiz kaldığını itiraf etmek sûretiyle secde etmişlerdir!... Buradaki "secde"yi, "O`nun Halife`lık kapasitesi önünde yetersiz ve âciz kaldıklarını itiraf" diye anlamak mümkündür.

Fakat, İblis secde etmemiştir!... Yani, Adem`in yapısını oluşturan esmâ bileşiminin kapsamından ileri gelen bu üstünlüğü kabul etmemiştir.

"Melekler secde etti, fakat İblis secde etmedi, o kibirlendi, kendini daha büyük gördü"!. (2-34)

İblis, her ne kadar, yapısının hammaddesi diyebileceğimiz bir biçimde, özü itibariyle bir kısım melekî güce sahip ise de, esas itibariyle "cin" sınıfındandır...

Abdullah ibni Abbas ve Said ibni Cübeyr, cinlerin, meleklerin ateşten yaratılmış bir kolu olduğunu söylüyor.

İbni Abbas`a göre ;İblis, Cennet muhafızı ve cinlerin başı, aynı zamanda da yakın gök ve dünyanın sultanı idi.

Yâni, "insansı"lar devrinde ve öncesinde, yer yüzünde ve dünya semâsında yani maddeye dönük fikirler ve değerler dünyasında, bugünkü tâbiriyle tüm Güneş Sistemi içerisinde yaşayan varlıklar cinlerdi. “İblis” lâkaplı cin ise bütün bunların, hepsinin başıydı.

"İblis" kelime olarak, Allah`ın rahmetinden umudu kesilen, Rahmete ermesinden umud kesilen, Allah`dan uzak düşmüş mânâsına geldiği gibi; "iltibasa düşen", yani, "ikileme düşen" anlamını da veriyor.

İblis`in melek değil cin olduğu ise, Kehf Sûresinde şöyle vurgulanıyor;

"İBLİS secde etmedi çünkü o CİN`dendi." (Kehf-50)

Burada kısaca şu açıklamayı tekrarlamak istiyorum:

Kâinatta ne tür varlık varsa hepsinin de aslı "melek"tir!.

"Cin" denilen "nârî" yapı, gerçekte, "nûr" denilen yapının, belli bir esmâ terkibi sonucunda yoğunlaşmak suretiyle, bir üst boyutta yeni bir tür olarak oluşmuş hâlidir.

"Madde" ise direkt olarak, "nur"un çok daha yoğunlaşmasıyla meydana gelmiştir!..

"İnsan" gelecekte önce "berzah" denilen "nârî" boyutta yer alacak; takdirinde olanlar da mutlak kıyâmet sonrasında bu boyuttan "nûrî" boyuta, yani "cennet" boyutuna, "nûrî" bir bedenle, "melek"leşmiş bir halde geçeceklerdir!.

"Nârî" yapıdan yaratılmış olmaları sebebiyle yapıları ve benlikleri bize göre çok güçlü olan cin"lerin âlimleri ve bu arada İblis lâkabı verilen şeytan, biliyordu ki, varlıkta bir "TANRI" kavramı yok, sadece her boyutta dilediği gibi zâhir olan ALLAH var!.. Dolayısıyla da kendisini "HAK" olarak görüyor; tam anlamıyla Firavun`luğunu yaşıyordu elindeki tüm olanaklar ve kuvvetlerle!.

Ancak kendilerinde bir kısım esmânın zâhir olmaması, terkiplerinde bir kısım esmânın zâhire çıkmaması dolayısıyle, özellikle "Tevhid, Vahdet kemâlâtı ve bunun sonucu olan Kader ilmi" konularında kesinlikle yetersiz olduklarını; ve bundan dolayı da cinlerin çok çok büyük bir kısmının müşrik olduğunu, Allah`a şirk koşanlardan olduğunu belirtmiştik "AKIL ve İMAN" ile "RUH İNSAN CİN" isimli kitaplarımızda.

Nitekim, bu Âyet-i Kerime`de, iblis`in secde etmediği, "kâfir" olduğu, yani, "gerçeği örten"lerden olduğu anlatılıyor...

Biraz önce de bahsettiğim gibi, her insan karşısındakini olduğu gibi değil, ancak kendi kapasitesi kadar değerlendirebilir.

Her insan böyle olduğu gibi, her varlık da, bu ister cin, ister melek veya insan olsun böyledir ve bu asla değişmez... Zaten kâinatta bütün varlıklar üç bölümde tanıtılmıştır: "Melek-cin-insan"... Hangi sınıftan olursa olsun, her birim, karşısındakini, ancak kendi kapasitesi kadar değerlendirebilir... Kendi kapasitesini aşan bir değerlendirmeyi yapabilmesi mümkün değildir... Kendi kapasitesindeki genişleme oranında, karşısındakini değerlendirişi de değişir..

.Dolayısıyla, cinler de, cinlerin başı olan İblis de kendi kapasitesinin dışında kalan özellikleri itibariyle Adem`i değerlendirememiş; O`nun bütün varlığının, ilâhi mertebelerin sonucu ve de isimlerin bir formülle oluşmuş bileşimi olarak meydana geldiğini müşahede edememiş..

Yâni, olayın içyüzündeki Hakikata vâkıf olamamış, "insan"ı, özellikle zâhiri yapısı olan bedeni itibariyle değerlendirmek sûreti şu kanaate varmıştır:

"O topraktan meydana gelmiştir, bense ışından!. Muhakkak ki ışınlar maddenin üstünde hükmedicidir, maddeye tesir edicidir. Öyleyse ben O`na secde etmem"!.

Yâni, üstünlüğünü kabul etmem!.

İblis`in, insanın maddeden, topraktan meydana gelmesi, kendi yapısının ışınsal bir yapı olması sûretiyle onu rahatlıkla etkiliyebilmesi yönündeki görüş, her ne kadar haklı ise de...

İnsanın bu madde bedenini yönlendiren beyninin, ilâhi isimlerin hepsini açığa çıkartabilecek bir kâbiliyet ve kapasitede var oluşunu değerlendiremeyişinin neticesinde de, "insan"ı ve ondaki "Halife" olma özelliğini inkâr etmiştir!.

Bütün bu idrâk edemediklerini inkâr sonucunda da "insan"ın Öz`ündeki, Zât`ındaki, varlığındaki ilâhî mertebeleri müşahede edememek sûretiyle "Allah"tan uzağa düşmüştür!. Burada geçen "Uzağa düşmek" acaba "mesafe-mekân" anlamında mıdır?

Şeytan,"Allah"ı anlayamamış, idrâk edememiş, neticede "insan"dan o yüce kemâlin zuhûrunu inkâr etmiş; böylece de "Allah"tan ayrı düşmüş, ilâhî huzurdan tardedilmiş"tir..

İblis`in "tardedilme"sinin anlamı; "Ulûhiyet kemâlâtının özelliklerinin zuhûrunu hakkıyla değerlendirememesi yüzünden gerçeklerden uzaklaşması" şeklinde değerlendirilir...

Bunu anlatan kelime de "LÂNET" olmaktadır!. "Uzak olma", anlamına olarak!

Şİmdi, burada üzerinde ibret alınması gerekli bir nokta vardır. O da şudur:

"İnsan"da, onun varlığını oluşturan Mutlak Varlık "Allah"ı müşahede edememenin sonucu, İblis gibi "lânet"lenerek tardedilmektir!...

Kim ki, "İnsan"a baktığı zaman onu "Allah"tan ayrı bir varlık olarak görür; onda ilâhi esmânın zuhûrunu müşahede edemezse; ondaki varlığın, Hakk`ın varlığı olduğunu anlayıp, değerlendiremezse"; bu yanlış değerlendirmesi yüzünden "İblis" yani "şeytan" hükmüyle yaşamını sürdürür!...

İnsanın insana bedenen secde etmesi kesinlikle câiz değildir!. Hazreti Rasûlullah, insanların kendisi gelirken bile ayağa kalkmalarına müsaade etmemiş, bunu yasaklamıştır!. Kendisi için başkalarının, ayağa kalkmasına, hele secde etmesine müsaade edenler, Rasûlullah Aleyhisselâm’ın yolundan sapan kişilerdir!.

Ancak...

Bâtında "insan"a "secde" etmeyen de "Allah`ı inkâr" ederek "gerçeği örten"lerden olur!.. "Teşbih"in hakkını vermemiş olur...

"Çün bildin mü`minin kalbinde Beytullah var,

Niçin izzet etmedin, ki ol evde ALLAH var?.

Her ne var Âdemde var; Âdem`den iste Hak`kı sen!.

Olma İblis-i şakî, Âdem’de sırrullah var!."

Öte yandan Zâhirde "insan"a "secde" eden ise yine "Allah`ı inkâr" ederek "gerçeği örten"lerden olur!. "Tenzih"in hakkını geri bırakmış olur...

"Halife" olarak yaratılmışken, kendi varlığındaki bu yüce nimetten gaflete düşer; yalnızca karşısındakinde görüp kendindekinden perdelenmek sûretiyle, Hıristiyanların Hazreti İsa`ya karşı olan durumuna düşer; ve neticede "Halife"lık kemâlâtından mahrum kalır..

Eğer daha da gaflet ederse, karşısındaki "insan"da O`nun varlığını göremezse, bu defa da cin seviyesine düşer, şeytan seviyesine düşer ve böylece de tamamen bedene dönük değerlendirmeler içinde yiyip, içip, zevkedip,

"Belki de onlar hayvanlardan da daha aşağıdadırlar" (7179)

şeklinde hüküm yer!...

Ahmed Hulûsi

"BİLİNCİN ARINIŞI" Kitabından
Antwort



Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu