Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum > Wissenschaften & Weltansichten


Hilfe Kalender Heutige Beiträge

Antwort
 
Themen-Optionen Thema durchsuchen
  #1  
Alt 01.07.2014, 23:30
Caka_Bey
 
Beiträge: n/a
Standard Ekinler Yeşerdikçe





Titrek bir sesle zor ulaştı ihtiyara:

- İyi bir çobansın ağa.

İhtiyar, kıvrak bir zekâya sahipti. Çocuklarından, aile yapısından bahsediyordu.

Yabancı:

- Sağ ol, diye mırıldandı.

- Sadece bir sorum var sana. Kusurumuza bakmazsan sormak isterim.

- Estağfirullah Ağam.

- Neden ağlarsın, yoksa bir hata mı işledik bilmeden?

Zorsundu. Kolay bir cevap değildi istediği.

- Hiç… Sizinle ilgili değil demek istedim.

- Gözyaşı hoşnutsuzluğun ifadesidir de.

Hassas, titrek bir sesi vardı:

- Aile yapınız çekti dikkatimi. Allah başa kadar versin. Ne kadar mükemmel yetiştirmişsin!

İhtiyar, önce bir âyet okudu, sonra açıkladı:

- “Sizler birer çobansınız ve güttüklerinizden sorumlusunuz” diyor yaratıcı…

- Ben de onun için ağlıyorum işte.

- Çocuğun mu yok?

- Var.

- De hele, meraklandım şimdi.

Dudaklarını gevdi acısından. Utandı, al al oldu suratındaki deri. Esefli, ürkek baktı çakır gözleri önce, sonra derin bir hüzne büründü birden:

- Biz sürüyü dağıttık ağam.

Hazin bir fısıltı gibi bir ses geldi kulaklarına:

- Neden?

- Acemi bir çobanım, güdemedim.

- Zararın neresinden dönersen kârdır. Bundan böyle toparlayıp gütmeye çalış. Hatalarını araştır… Hep karşındakini suçlu görürsen, başaramazsın. Önce kendinde bazı noksanlar ara. Bulduklarını kafanın bir tarafına yaz ve onları bir daha yapma. Bu bir reis olarak gururuna zor gelse bile kibrine kapılıp nefsine yenik düşme.

- Nafile. Dediklerinin hepsini yapsam bile artık hiçbir anlamı yok ki.

Hayretle baktı yabancının gözlerinin derinliklerine:

- Neden, güdünde artık hiç kimsen yok mu?

Mahcup bir eda ile başını hafifçe önüne yıktı:

- Gayrisini deşme… Dedim ya, biz sürüyü dağıttık…

Evinden ayrılalı bugün tam dört gün olmuştu… Kasabaya, sonra üç beş köye daha uğrayıp her tanıdığı simaya, âşinâsı olduğu her yüze, aynı ismi sordu:

- Erdem buralara uğradı mı?

Aldığı cevapların hiçbiri gönlünce olmamıştı. Üzülmüştü, ümitlerle dönüyordu köyüne…

Gökyüzü pürüzsüz bir renge sahipti… Hararet kendisini biraz daha kuvvetli hissettirmeye başlamıştı. Dor at, kaim toz tabakalarının çöreklendiği yollarda eşkin gidiyordu. Yol kenarlarındaki çalılıkların yapraklarında kırılan güneşin kristal pırıltılarında kaldı gözleri… Biraz uzağında köye adını veren tepeler gözüküyordu şimdi… Yitiğini bulamadan dönüyordu… Kederin katmerlisi vardı yüreğinde… Şu an eli boş dönüşün üzüntüsü, beynini insafsızca hançerlemekteydi. Mine Sultan düşüyor kederli bakışlarının görüntüsüne…

Ne diye uğurlamıştı kendisini? O taş kalbindeki katılığın erimeye başladığını hissediyordu birden…

Bir kuruntu rüzgârı esiyor düşüncelerinin kâbusa dönüştüğü kafasında… Mine Sultan’m, elleri yakasında, yakaran, titrek sesi yankılanıyor hâlâ:

- Bu ikinci yolcumuz Çakır Ali. “Güle güle demeden” uğurladığımız…

Gözlerinden teşbih tanesi gibi yaşlar yuvarlanıyor Mine Sultan’m… Sesi titrek ve içli…

- İnsan meyve için büyüttüğü fidanları kendi elleriyle hiç acımadan kesermi ha? İt bile kendi eniklerini yemez Çakır Ali.

Tez git, git de bulmadan gelme yiğidimizi…

- Çocuksuzluğun acısını çekmiş insanlarız biz… Basit bir gurur yüzünden mungariz koyacaksın ocağımızı. Değişemez miydin sanki?

Yorgun bir fısıltı yayılıyor dudaklarından:

- Değişemez miydim? Oysa hiçbir meyve kendi çekirdeğine karşı kibirli olamaz. Artık meyve olma sırası çekirdeklerdedir…

Hilâl Tepeler’e iyice yaklaştı… Karşılıklı, yarım ay şeklinde duran tepeler, köye batı yakasından girişin kapısıdır… Muzdarip bir gönlü vardı. Usulca atın dizginlerine asıldı. Hilâl Tepeler’in girişte sağ kanadına düşen tümseğin eteğindeki çoban çeşmesine çevirdi atın istikametini.

Yeşil çimenler vardı suyun akıp gittiği topraklarda. Ağaç oluktan ahenkle dökülen suya baktı. Dor atın dizginini boynuna ve eyerin gümüş kaplamalı kaşına geçirip atı suya saldı.

Kahırlı bir nefes çekti ciğerlerine… Pınarın kenarındaki taşın üzerine oturup efkârlı bir sigara sardı.

Mesafesiz derinlikler taşıyan düşüncelere daldı:

- Sahi, ben nerede hata yaptım?

Kirpiklerini kısarak inadına dalgın bakışlarla uzakları, çok uzakları gözetledi…

Delikanlılık yıllarına doğru gitti düşüncesi… Yılların muhasebesini yapmak istiyordu anlaşılan… Nerede değil, hayatının hangi noktalarında hatalar yapmıştı, onları bulup gün ışığına çıkaracak, böylelikle kendisini yargılayacaktı…


birazoku
Antwort



Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu